Çamlıdere, Ocak 2010

29 Ocak 2010, Cumartesi
09:00'da babamın telefonu ile uyanıyorum. Bugün Sibel ve Bahadır ile birlikte Çamlıdere'ye, annem ve babamın birkaç sene önce satın aldığı dağ evine gitmeyi planlamıştık. Sabaha karşı uyandığımda heryerin bembeyaz karla kaplı olduğunu görmüştüm. Babam da kar yüzünden aramış zaten. Arabamızın çıkıp çıkmayacağından emin değiliz. Babam biraz sabretmemizin ve öğlene doğru çıkmamızın doğru olduğunu söylüyor. Bir saat sonra Bahadır da aynı kaygı ile arıyor. Oturduğum yerden Turan Güneş Bulvarı'nın açık olduğunu görebiliyorum. Arka pencereden bakınca da kayan arabaların olduğu ara sokakları. 12:00'de çıkalım kararı alıyoruz. Havaya rağmen gidelim kararı veriyoruz. Dün babamla sebze ve meyve alışverişimizi yapmıştık. Ayrıca et siparişimiz de sevgili kasap Hasan Amca'ya veridi. Motivasyonumuz kara yenik düşmüyor. 

Mete arabamızı bulunduğu yerden özenle çıkarıyor ve Sibel ile Bahadır'ı almaya gidiyoruz. Ana yollar açık olduğu için sorun yok. Sonra da Bülbül Deresi'nde bir süpermarkette çalışan Hasan Amca'ya gidip etimizi alıyoruz. Hasan Ülger babamın eski bir dostu ve işinin oldukça ehli bir kasap. Nereye çalışmaya gitse biz de peşinden alışverişe gideriz. En lezzetli yemeklerim hep onun sayesinde olur. 

Yola çıkmaya hazırız ama hepimiz biraz açız. Eskişehir yolu üzerindeki Kafe's Fırın'da karar kılıyoruz. Gözümüzün beğendiği tuzlu her şeyden orada yemek üzere sipariş ediyoruz. Birer de tatlı alıyoruz, akşama yemek için. 

Saat 14:30'da Çamlıdere'deyiz. Yol boyunca hiç kar yoktu. Çamlıdere'nin içinde bizi orada beklediğini bildiğimiz kediler için ciğer ve kendimize de ekmek almak için duruyoruz. 

Eve vardığımızda içerideki tüm elektrikli sobaları açık buluyoruz ama içeriyi ısıtmaya yetmemişler. Adapte olmamız zaman alıyor. Hemen Mete şömineyi yakıyor. Alt katta bulunan sobayı da biraz hareketlendirip yerleşmeye başlıyoruz. Biraz ısındık galiba. 

Çamlıdere'deki evimiz 3 katlı müstakil bir ev. Tek ısınma yöntemi odun sobası ve elektrikli ısıtıcılar. Annem ve babam bahardan itibaren burayı kullanmaya başlıyorlar ama kışın çok sık gelmiyorlar. Dolayısı ile evin kışın kullanıma hazır hale gelmesi için sitenin görevlisi Kamil Bey'den yardım istenmesi gerekiyor. Kendisi biz gelmeden iki gün önce evin suyunu açıp, sobalarını yakıyor ki geldiğimizde ev, ancak oturulabilir olsun. 

Çamlıdere İç Anadolu Bölgesi'nin kuzeyinde 650 kilometrekare olan Ankara'nın bir ilçesi. Babamın burayı alırken en çok hoşuna giden yazların da serin geçmesinin yanı sıra evimize sadece 1,5 saatlik bir mesafede olmasıydı. Tüm yazın keyfini burada çıkartıyorlar. Günlerini civar köylerde ve tepelerde fotoğraf çekerek geçiriyor babam, annem de ona eşlik ediyor çoğu zaman. Dağlarda peşine düştüğü kelebeklerin fotoğraflarından çok yakın zamanda bir de sergi açtı. Dolayısı ile Çamlıdere bizim için kıymetli. 
Kediseverliğim babamdan geliyor benim. Onun da kedi aşkı benimki gibi. Ya da benimki onunki gibi:) Burada baktığı onlarca kedisi var. Annem ve babam onlara o kadar özenle bakıyorlar ki, bütün kışı zor geçirmesinler diye, evin alt girişine bir kedi kapısı yaptırdılar ki kediler, onlar evde yokken o kapıdan kuru mamalarına ulaşabilsinler. Gelirken onlar için de 15 kiloluk iki paket mama getirdik. Kapıya varmamızla birlikte 4-5 tanesi koşarak geldi. Onlara önce ciğerlerini verdik ki bizi biraz rahat bıraksınlar. 
Eve varır varmaz yemek hazırlığına girmek yerine hazır açlığımızı Kafe's Fırın'da bastırmışken, evin en sıcak katına, en alta inip çekirdek eşliğinde birkaç tur kağıt oynuyoruz. 1 saat sonra ufak ufak yemek sohbeti yapmaya başlayınca erkekler mangal yakmaya biz kadınlar da salata ve köfte yapmaya başlıyoruz. 
 
Masada uzun uzun oturup, güzel yemek eşliğinde sıcak sohbetler yapıyoruz, televizyonu açmıyoruz. Bir nevi terapi yapıyoruz.

Yemekten sonra yine alt kata kağıt oynamaya iniyoruz. UNO oynıuyoruz. Bir tür "Pis 7'li" aslında. Sonrasında da Küt oynuyoruz. Oyun süresince soba üzerinde pişirdiğimiz kestaneleri, sonrasında tatlılarımızı, ardından da meyvemizi yiyoruz. Yani geldiğimizden beri birşeyler yemeden duramıyoruz. 
Saat gece yarısını gösterdiğinde artık uyumaya hazırız. Üst kattaki yatak odalarının ısınması için sobalarını yaktık. Elektrik sorunu yaşadığımız için bütün sobaları aynı anda çalışır bırakamıyoruz, çünkü sigorta atıyor. Dolayısı ile çok da sıcak olmayan odalarımıza birkaç battaniye ile çekiliyoruz.

30 Ocak 2010, Pazar
Sabah 09:30 gözlerimi açıyorum. Gece sıcak geçmiş olmalı ki üzerimde ne var ne yoksa itmişim. Burada güne başlamak çok farklı oluyor. Dinç uyanıyorsunuz. Havası şahane. Hemen toparlanıp alt kata iniyorum. Kahvaltı hazırlığı yapmak istiyorum ama çok kolay olmuyor. Bugün pazar ve benim dışımda herkes hafta içinde çalıştığı için uyku onların daha çok hakkı elbette. Biraz sessizce çay demliyorum ama birkaç dakika sonra Bahadır uyanıyor. O aslında benden daha erken uyanmış ama kimseyi uyandırmamak adına biraz daha uyumaya çalışmış. Bahadır alt kattaki sobayı hareketlendirmeye iniyor ben de masamızı hazırlıyorum. Benim uyanmamla birlikte mutfak penceresinde ve kapı önünde toplanan kediler için de hemen yemek servisi yapıyorum.
Üst kattan gelen 3. ayak sesleri Mete'nin. Saat 10:00 oldu ama Sibel'in uyanması için erken. Kıyamıyor ve uyandırmak istemiyoruz. O da aramıza kendiliğinden uyanıp katılınca keyifle kahvaltıya oturuyoruz.
Kahvaltının ardından Bahadır ve Mete, arabaya zincir takmak üzere dışarı çıkıyorlar. Sibel ile ortalığı topladıktan sonra biz de dahil oluyoruz onlara. Gece boyunca kar yağmış ve sitenin içindeki yol görünmez olmuş. Hala da ince ince yağış var. Heryer bembeyaz, pırıl pırıl. Karda ilk ayak izleri bizim oluyor. Kışı bu şekilde yaşamak çok farklı. Yani şehirde olsaydık şimdi, pencereden kafamızı uzatıp kar görünce bir film seyretmeye başlayacak ve kar durana, yollar açılana kadar da dışarı çıkmayacaktık. Zaten yollar açık olsa da ancak bir alışveriş merkezinde bulacaktık belki de kendimizi. Ama burası çok farklı. Üzerime ne bulduysam kat kat giyiniyorum. Sibel'in kayak seyahatlerinden tecrübesi ve uygun ekipmanı var tabi. Ben şehir kışı için hazırlıklı olduğum için evdeki herşeyi üst üste giyip atıyorum kendimi dışarı. Beyler lastiklerle uğraşırken Sibel ile site içinde bir tur yapıyoruz. Asında havanın güzel olduğu bahar ve yaz aylarında, site sakinlerinden bazıları, dağa doğru yürüyüş yapıyorlar. Belki bir daha ki sefere diyoruz. İkimize evin önündeki tekir kedi eşlik ediyor. Bizim ayak izlerimizin üzerinden ve peşimizden geliyor. Kimi zaman da önümüze geçip yerde bize göbek açıyor. 
Turun sonunda beylerin de işlerini bitirdiğini görüyoruz. Birlikte içeri geçiyoruz ve sıcak şaraplarımızı elimize alıp, camla kapatılmış balkonda battaniyelerimize sarılıp etrafı seyrediyoruz. Tabi bütün bunlardan önce, yine kapımızın önünde bekleşen kedilerimizi doyuruyoruz. 
Saat 14:00. Hadi diyoruz, bir daha mangal yakalım ve öyle dönelim Ankara'ya. Hemen yine iş paylaşı8mı yapıp hazırlanıyoruz. Patlıcan ve biber kızartıp, güzel bir salata hazırlıyoruz. Dünden kalan köftelerimizi mangalda ısıtıp, etlerimizi tüketmeye çalışıyoruz. Babam herzamanki gibi tedbirli davrandığı için kalan etlerimizi yanımıza alıyoruz. 
Yemek sonrası hummalı bir hazırlık başlıyor. Bu tür evlerin tek sıkıntısı da bu işte. Buzdolabında ne var ne yoksa topluyoruz. Gazı kapatıyor, bütün elektrikli sobaları kontrol ediyoruz. Hatta Sibel elektrikli süpürge ile tüm evi süpürüyor.  Yaklaşık bir saat süren bir çalışma sonrası yola çıkıyoruz. Sitenin çıkışından sonra asfalta varınca zincirleri çıkartmak için duruyoruz. Yaklaşık 500m'yi zincir ile geçmek zorunda kalmış oluyoruz. 

Saat 19:00'da evimizdeyiz. Sıcak hem de çok sıcak evimizdeyiz. Her ne kadar bir yanım Çamlıdere'deki bu hayatı çok sevse de, eve dönüş çok zevkli oluyor. Dilerim bu sene bu kaçamaklardan daha çok yapma fırsatımız olur. Benim bu kaçışıma eşlik eten Mete, Sibel ve Bahadır'a  sonsuz teşekkürler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder