19 Eylül 2008, Cuma
Sabah 06:15'te sevgili kuzenimin evinde başladı günüm. Ailemize ilk bebeğin, Arda Uzay İmgel'in, gelişine hazırlandık heyecanla. Kuzenim Seda ve eşi Evren'in 08:20 itibari ile sevimli ve sağlıklı bir erkek bebeği oldu bugün. Neredeyse tüm günümü Mesa Hastanesi'nin etrafında geçirdikten sonra Golden Pub'a, yaz ligi ödül törenine gittim. Yazın başında www.darttr.com sitesinden anonsu yapılan lige “Love and Marriage” isimli takım ile katılım kararı almıştık.
Takım oyuncuları:
Takımımız Crossroads dart barını temsilen ligde yer aldı. Bu arada, mekanın sahibi İhsan Şen, bizlere oldukça destek verdi. Her maçta arkamızda olduğunu hissettik.
Yaz sonunda, 19 Eylül 2008 tarihinde işte takımımız, bu yaz liginin zorlu bir play-off serisinin ardından şampiyonu oldu ve 13 Ekim 2008 tarihinde Golden Pub'da gerçekleşen bir törenle de ödülümüz olan parayı ve madalyalarımızı teslim aldık.
İşte bu yazıyı yazma sebebim budur. Aldığımız para ödülünün derhal dağıtımı kaptanımız Sibel tarafından yapıldı. Karar hızla verilmişti. Bu ödül bir Amasra Seyahati ile harcanacaktı. Hem de mümkün olduğu kadar çabuk.
18 Ekim 2008, Cumartesi
11:30 kalkış mekanı olarak bizim ev seçildi. Kiralanan minibüs, bize her araç kiralamada yardımcı olan Tolga Üstündağ arkadaşımızdan, Mete Özdemirci tarafından teslim alındı.
Hepimiz (Emre-Seçil TOROS, Muzaffer BÜYÜKKARAGÖZ, Pınar-Mete ÖZDEMİRCİ ve Ege GÖNÜLLÜ) hazırız bu tek gecelik seyahate. Küçük bavullarımız yağmura ve soğuğa karşı tedbirli olarak hazırlanmış durumda. Elimizdeki teknolojik cihazlar yağmura karşı bizi uyarmıştı. Oysa Ankara'da güzel ve güneşli bir hava var. Ne yazık ki takımımızın diğer oyuncuları çeşitli sebeplerden aramızda değiller. Ama sözümüz var onlara. Elbette bir daha hep beraber gideceğiz.
17:30 Nihayet Safranbolu üzerinden Amasra'ya varıyoruz. Safranbolu’da aklımızı bırakıyoruz ama söz alıyoruz: Yarın dönüş yolunda bir kahve içme şansımız olacak.
Otelimizi internet üzerinden seçtik. www.amasra.net sitesi vesilesi ile birçok oteli inceledik ve Sahil Otel’de karar kıldık. 40 yataklı, denize sıfır bir otel. Oldukça temiz. 4 katlı otelin her katında 3 oda yer alıyor. Bunlardan sadece 1 tanesi denize bakıyor. Diğer ikisi ise arkadaki inşaat halindeki binayaL Muzo merdivenleri hepimizden önce çıktığı için denize bakan 3 kişilk mutfaklı odayı kapıyor. :) Umudumuz odada vakit geçirmeden Amasra’nın tadını çıkartmak olduğu için çok da dert etmiyoruz oda manzarasını.
Sahil Otel, Turgut Işık Cad. No:82, 74300 Amasra/BARTIN
6 kişi olabiliriz ama 8 kişilk balık siparişi veriyoruz. Servis danışmanımız Ekrem Bey’in yönlendirmeleri ile günün taze balıklarından seçimimizi yapıyoruz. Hamsi, Çinekop, Barbun ve Mezgit. Her birinden ikişer porsiyon sipariş ediyoruz. Elbette yanında meşhur Amasra Salatası sipariş ediyoruz. Üstelik birini sirkeli, birini limonlu. Müesseseyi biraz kızdırmış olabiliriz ama aramızda sirke sevmeyenler de var. Onlar da bizi kırmıyor ve talebimizi yerine getiriyor. Yöresel beyaz peynirin yanına kavun, karides ve sonrasında iki tane daha salata istiyoruz. Yemeğimiz bir büyük Sarı Zeybek ve sonrasında bir küçük yeni rakı ile renk buluyor. Nihayetinde ise sıcak helva ve ballı yoğurt bu keyifli sofraya güzel bir final getiriyor. Ben hep derim: İnsanların da kediler gibi mutlu olduklarında çıkartabilecekleri bir sesi olsa keşke. Aslında ufaktan buna benzer sesler çıkartmaya başlamıştı masamız. Hepimizin keyfi yerindeydi. Tek sıkıntı, mekanda bulunan büyük ekran bir televizyonda açık olan Akıllı TV kanalı idi. Kanal sürekli komik videolar yayınlayarak, masadaki sohbeti dağıtıyordu. Nihayet bir süre sonra onu da kapatarak keyfimize keyif kattılar. Hesap için en iyi tahmini Seçil yapıyor. Bir sonraki yemek aktivitesinde kendisi para vermeyecek. (Unuttuk:)) Hesap 252,00YTL geliyor. Güzel Türk kahvelerini yudumlayıp turumuzu yapmak üzere dışarı çıkıyoruz. Çok yedik hemen gidip yatamayız. Güzel bir tur yapıp, Karadeniz’in oksijeninden faydalanıyoruz. Otele vardığımızda henüz saat 21:30. Çok erken tamamlanmış bir gece olmasın diye, en güzel odayı kapan Ege ve Muzo’nun odasında sohbete oturuyoruz. Gecemiz 23:00’te sona eriyor. Sabah kahvaltı 08:30’ta.
19 Ekim 2008, Pazar
Kahvaltının ardından toparlanıp yürüyüşe çıkıyoruz. Sahil şeridini takip ederek çarşıya ulaşıyoruz. Amasra’nın bu dar sokağına bayılıyorum. Yıllardır değişmeyen bir yapısı var. Oldukça sıcak kanlı esnafı, içtenlikle sizinle ilgileniyor. Aldığınız ufak tefek hatıra eşyalar ile elleriniz doluyor ve günün keyfini çıkartıyorsunuz. Aslında burada yapılacak zaten başka bir aktivite de yok. Tekne kiralama opsiyonunu rüzgar nedeniyle seçmiyoruz. Dolayısı ile etrafı dolaşıyor, ufak tefek alışveriş yapıyoruz. Yerel pazar ilgimizi çekiyor ve taze sebze ve ev yapımı reçellerden alıyoruz. Peynir almaya biraz korkuyoruz. Bir süre sonra alım hızımızı kestiklerini düşünerek yanımızdaki beylerden sıyrılıp Seçil ile kendimizi çarşıya atıyoruz.
Amasra’nın bir de kalesi var. Kale Roma Döneminde yapılmış, Bizanslılar, Cenevizliler ve Osmanlılar zamanında büyük onarımlar görmüş. Sormagir ve Zindan Kalesi adında iki ana kütleden oluşmakta. Boztepe’deki Sormagir kalesi “Kemere” denilen bir köprüyle Amasra’ya bağlanıyor. Kalenin Kuzeydoğu kesiminde Büyükliman Kapısı, batısında Küçükliman Kapısı, güneyinde Zindan Kapısı bulunuyor. Sormagir Kalesine, Kemere Köprüsüne bitişik “Karanlık Yer” olarak bilinen tonozlu ana kapıdan girildikten sonra Küçükliman ve Hacıdenizi yönlerinde iki katlı kapıdan çıkılıyor.
Amasra seyahatimizi, Ağlayan Ağaç’ta bitiriyoruz. Tepeden Amasra’yı seyredip çay ve kahvelerimizi yudumluyoruz. Bu tepeden dürbünle atatürk Dağı'nı ve Tavşan Adası'ndaki tavşanları seyredebiliyorsunuz.
Yeterince tadını çıkarttıktan sonra tepenin, artık dönüş için arabamıza yerleşiyoruz. Safranbolu'da kahve tercihimizi de başka bir seyahate bırakıyoruz. Ankara'ya varmadan önceki tek durağımız "Dorukkaya Greenpark Hotel". Küçük bir gölün kenarında bulunan otel, her İstanbul seyahati dönüşü uğrak yerimiz. 44 odası bulunan otel Cankurtaran Mevkii'nde. Yoldan levhayı görüp ayrılıyor ve benzin istasyonu ile bitişik otelin otoparkına varıyorsunuz. Restoranın içinden geçip terasa çıktığınızda nefis bir göl manzarası karşılıyor sizi. Türk kahvesi siparişi verip manzaranın tadını çıkartıyoruz.
Ne iyi yaptık da bir gecelik bile olsa kendimizi şehir dışına attık diye konuşuyoruz. Daha sık yapmalıyız bunu diyoruz. Aslında her bu tip seyahatin ardından bunu söyleyip duruyoruz ama ne fayda. O kadar zor denk getirebiliyoruz ki. Ankara'nın etrafında, birkaç saat mesafede kim bilir neler yapabiliriz ama vakit bulamıyoruz. Dileğimiz bir sonraki seyahati en kısa sürede planlamak...
19 Ekim 2008
Pınar ÖZDEMİRCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder