XI. Akdeniz Kupası-Cebelitarık, 2010

Med Cup XI-Gibraltar, 2010

Bundan yaklaşık 1 sene önceydi. Milli takım Akdeniz Kupası’na katılmak üzere İtalya’nın Bolonya şehrine gitmek için hazırlık yapıyordu. Ben de dahil olmak istedim. Israrcı da oldum valla ama olmadı. Mete’nin içine sinmedi. Milli takım kadrosunda değilken kendi masraflarımı karşılasam bile olası dedikodulara mahal vermemek için bu ısrarımı reddetti. Dönüş günü müjdeli bir haber ile geldiler. Gelecek sene milli takımı temsilen 4 bayan gidebilecekti. İşte yeni hedefim belli olmuştu: İlk 4 içinde yer almak.
25 Nisan gecesini huzurlu bir uyku uyuyarak geçirdim. İşte olmuştu. 4.olmuştum. O günden 18 Mayıs gecesine kadar geçen süreyi ne kadar detaylı yazsam da galiba hissettiklerimi aktarmaya yetmez. Önce Aslı Tekin iş yoğunluğu nedeniyle gelemeyeceğini bildirdi ve üzüldük. Sonra 5 Mayıs günü gelen ilk haber ile sarsıntı yaşadık. Kadın olma hali işte, maçlara ne giyeriz endişesiyle Seçil ile alışveriş programımıza başlamak üzereydik ki milli takımın 4 kişi ve bir yönetici ile temsil edilmesi kararını duyduk. Bayanlar için GSGM’den onay çıkmamıştı. Canhıraş çevirdim tuşları ve işte karşımda Sn. Ahmet Recep TEKCAN. Müsade isteyip ne hissettiğimi anlattım kendisine. Gitmek için nasıl bir senedir çaba harcadığımı, nasıl masraf yaptığımı ve ne kadar heves ettiğimi anlattım kendisine. O da bana Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nün üniversite oyunları için bütçe ayırdığını ve dolayısı ile kesintiler olduğunu ama yine de elinden geleni yapacağını söyledi. Daha sonra tekrar görüşmedik. O günden sonra sürekli gelen haberlerle hop oturup hop kalktık. Babam, abim ve Mete her seferinde bana defalarca masrafımı kendimiz karşılamak suretiyle bu seyahate gidebileceğimi yinelediler. Öyle olunca birseylerin eksik olacağını hissettim. Maçlarda yer alamayacak ve de milli takımda oynamamış olacaktım. İçime sinmedi turist olarak gitmek. Nihayetinde federasyon Anatolians Group ile bir çözüm yolu yarattı ve vize işlemlerimizin peşine düştük. Tabi bu haberi aldığımdaki sevinç gözyaşımı da paylaşmak isterim. Ne varsa abim Tolga Bora’da ve Ali Bağcı’da var yani :)
Gidişe 1 hafta kala yapılan Cebelitarık vizesi başvurusu da başlıbaşına bir sıkıntı yarattı takıma. 17 Mayıs günü saat 16:00’da artık herkesin vizesi tamamlanmış, formaları yaptırılmıştı. Biletler de hazırdı. İşte seyahatimiz:

18 Mayıs 2010, Salı


21:00’de Engin ve Efsun hariç hepimiz bizim evin önünde buluştuk ve bizi havaalanına götürmek üzere hazır bekleyen servisimize yerleştik. On gündür ilk defa hepimizin yüzü gülüyordu. Ben neredeyse havaalanına vardığımızda gerçekten gidiyor olduğumuza inandım. Mete hepimize hazırladığı zarfları dağıttı. Otel paralarımız, diğer takımlara verilecek hediyeler zarfların içindeydi. Efsun ve Engin’in de katılmasıyla birlikte hazırdık.
Check in işlemlerimizin tamamlanmasının ardından 23:00’te kalkacak uçağımız için kontrolden geçtik. İlk uçuşumuz Ankara-İstanbul. 24:00’te İstanbuldayız ama yapılacak hiçbir şey yok. Bir sonraki uçuşumuz 06:15’te Alitalia havayolları ile Roma’ya ama kontuarlar check-in için açık değil. Biz de Gloria Jeans kafenin koltuklarında vakit geçiriyoruz. Aramızdan becerebilenler bir şekilde uyuyorlar :)

 
19 Mayıs 2010, Çarşamba

04:00’te Duygu’nun da enerjisiyle aramıza katılması ile birlikte kontuara geçiyoruz. Alitalia ile başımız dertte. Ekranlarda sorun olduğu için online check-in işlemini yapmış olmamıza rağmen hepimizi tekrar tekrar yerleştirmeye çalışıyorlar. Yaklaşık 1 saat süren işlemler sonucunda valizimi Barcelona’ya gitmekten ve kendimi de Barcelona üzerinden Madrid’e uçmaktan kurtarıp polis kontrolüne geçiyoruz. Önce kendimizi bankaların lounge’larına atıyoruz ve kahvaltımızı ediyoruz. Uçmaya hazırız.


07:50’de Roma’dayız. 10:20’de Malaga’ya uçacağız. Hemen kendimizi, yemeklerin açık büfe servis edildiği bir restoranda buluyoruz. 
 
 
İki saatlik beklemenin ardından tekrar havadayız. Yine biraz uyku ve tekrar iniş. Saat 13:00 ve Malaga’dayız. Engin sayesinde bulup anlaştığımız shuttle’ın şoförünü buluyoruz.
 
Önümüzde yaklaşık 150km’lik bir yol var. Aracımızdan oldukça memnunuz ve keyfimiz de yerinde. Ama ne var ki yine acıktık. Şoförden rica ederek bulduğumuz ilk yol üstü self-servis restoranda durup İspanya’nın mutfağından seçmeler tadıyoruz. 
Aracımızın camından Cebelitarık’ın tek ve ünlü tepesini görünce keyfimiz yerine geldi. Nihayet saatler süren seyahatimiz sona ermişti. Saat 16:00 ve aracımız yaptığımız anlaşmaya istinaden bizi İspanya-Cebelitarık sınırında bırakıyor ve biz de yürüyerek sınır kapısına yaklaşıyoruz. Sınırda gri pasaportlarımızda schengen vizesi sorgulaması yapılıyor. Ne var ki bir türlü bayan görevliye gri pasaportun hizmet pasaportu olduğunu ve schengen vizesi gerekmediğini anlatamıyoruz. Üstelik Cebelitarık vizemiz de var. Bu vize de tek girişli olduğu için bize problem oluyor ve görevli pasaportlarımıza el koymak istediğini, çıkarken de geri verileceğini söyleyince hep birlikte itiraz ediyoruz. Daha yetkili bir görevli pasaportlarımızı alıp içeri geçiyor ve bir süre sonra rahatlamış şekilde çıkıyor. Kendilerine konu ile ilgili bir e-postanın organizasyondan yollandığını ve içeri girişimizde bir sorun olmadığını söylüyor. Biz bu sıkıntıları yaşarken onlarca insan ellerindeki kimlikleri göstererek giriş yapıyor. İspanya’dan Cebelitarık’a denize girmek üzere gelen yerli halk bizi süzerek geçiyor. Sınır kapısından geçer geçmez kendinizi havaalanının karşısında buluyorsunuz.
      
Organizasyonun yetkilileri bizi buradan karşılıyor ve otelimize götürüyor.

Bu arada işte size kısaca internetten Cebelitarık bilgisi:
Cebelitarık, Akdeniz'in batı ucunda yer alan bir İngiliz kolonisidir. Akdeniz'i Atlas Okyanusu'na bağlayan Cebelitarık Boğazı, Avrupa'yı Afrika'dan ayırır. En dar yeri 15 km olan boğazda yüzey akıntısı doğuya, Akdeniz'e doğrudur. Bir kireçtaşı dağı olan Cebelitarık Kayalığı, İspanya'ya alçak ve kumlu bir kıstakla bağlı olan yarımadaya adını verir. Yarımadanın 5 km uzunluğundaki güney bölümü koloniyi oluşturur ve Kuzey Cephesi olarak adlandırılır. Yarımada kuzey-güney doğrultusunda uzanarak Cebelitarık Körfezi'nin doğu kıyısını oluşturur. Cebelitarık Kayalığı Kuzey Cephe'den dikey olarak 426 metreye yükselir. Bu kayalık güneyde basamak basamak denize doğru inerek iki küçük yayla oluşturur. Doğu yüzü oldukça sarp olan kayalığın batısı deniz düzeyinden 120 metre yüksekliğe ulaşır; sonra, üzerinde Cebelitarık kentinin kurulduğu hafif bir eğime dönüşür.

Cebelitarık'ta kışlar yumuşak, yazlar sıcak ve neredeyse yağışsız geçer. Hiçbir ırmak ya da su kaynağı yoktur. Yarımadanın doğusundaki yağmur suyu toplama havzasında biriken sular kayalığın içine oyulmuş olan büyük depolara gönderilir. Sarnıç adı verilen bu depolarda toplanan su arıtılarak içilir. Suyun bir bölümü de deniz suyunun damıtılmasıyla elde edilir.

Avrupa'da bulunan tek yabanıl maymun türü olan kuyruksuz ve afacan Berberi şebekleri, kayalığın üst kesimlerinde yaşarlar.

Cebelitarıklılar'ın pek azı İspanyol kökenlidir. Hemen hemen tümü Katolik olan halkın büyük çoğunluğunun ataları İngiliz, İtalyan, Maltalı, Faslı ya da Portekizli'dir. Resmi dil İngilizce'dir.

Cebelitarık, içinde gemi onarım havuzları ve bir yat limanı olan büyük, yapay bir limana sahiptir. Eski savunma kaleleri, kayaya oyularak yapılan ve II. Dünya Savaşı sırasında genişletilerek 16 kilometreye ulaşan bir tünel ağıyla birleştirilmiştir. Yeraltındaki bu tesislerde bir hastane, elektrik üretim birimleri, atölyeler ve petrol depoları vardır. Kayalığın oyulması sırasında çıkan kayalar, Cebelitarık Körfezi içine doğru uzanan uçak pistinin yapımında kullanılmıştır.

Cebelitarık bir İngiliz kolonisidir, ama savunma dışındaki her konuda özerktir. İngiltere'nin atadığı vali yürütmenin başıdır. Temsilciler meclisi dört yılda bir seçilir. Başbakan ve bakanlar, temsilciler meclisinin çoğunluğu içinden vali tarafından atanır.

Arapça "Tank Dağı" anlamındaki Cebelitarık adı, İS 711'de burayı ele geçiren Arap komutanı Tarık bin Ziyad'ın adından gelir. Araplar ile İspanyollar arasında uzun savaşlara sahne olan Cebelitarık 1462'de İspanyollar'a geçti. 1704'te İspanya Veraset Savaşı sırasında İngiltere Cebelitarık'ı aldıktan sonra, 1713'teki Utrecht Antlaşması ile İspanya buranın İngilizler'e ait olduğunu kabul etti. Bununla birlikte, İspanya sonraki 70 yıl boyunca Cebelitarık'a yeniden sahip olmaya çalıştı. 1779'da Fransızlar'ın yardımıyla başlatılan başarısız bir kuşatma, 1783'te İngiliz egemenliğinin onaylandığı bir antlaşma ile sona erdi. Cebelitarık 1830'da resmen bir koloni oldu. 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılması burayı Hindistan ve Uzakdoğu yolunun savunulmasında çok önemli bir konuma getirdi. Dünya savaşları boyunca Cebelitarık oldukça işlek bir deniz üssü durumundaydı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra İspanya Cebelitarık'ı geri almak için baskısını sürdürdü, sınır boyunca mal ve araç geçişini engellemeye başladı. 1985 Şubat'ında İspanya tüm sınırlamaları kaldırarak, Cebelitarık'ın siyasal geleceğini görüşmeler yoluyla belirlemek konusunda İngiltere ile anlaştı.

Cebelitarık'ın başlıca gelir kaynakları turizm ve ticarettir. Gelir kaynaklarının en önemlisi limanı ziyaret eden gemilere satılan yakıttan elde edilen gelirdir.
      
  Odalarımıza yerleştikten birkaç dakika sonra Engin oda teftişine geliyor. Yanında antrenman yapabilmek için board taşıdı ve onu asacak uygun oda arayışında. Seçil ve benim kalacağım odayı Utku ve Engin’e bırakıyoruz. Banyo kapısı board asmak için uygunmuş.

Mete’yi yöneticiler toplantısında bırakıp, etrafı mı gezsek diyerek otelin bulunduğu sokaktan aşağı doğru yürüyoruz. İki bina sonra da duruyoruz. İşte dart bar. Tamam biraz pis ve salaş bir ortam ama board var. Emre Toros kaptanımızın ikramı olan ilk içecekler ile biraz dart, sonrasında da biraz bilardo oynuyoruz. Artık hazırlanma vakti. Akşama açılış töreni var.
20:30’da hepimiz kendi imkanlarımız ile yaptırttığımız takım kıyafetlerimizin içinde bence kesinlikle göz kamaştırıyoruz. Diğer takımlar önümüzdeki 4 gün boyunca içinde olacakları formaları ile karşımızdalar. Ben tabi ki yine fotoğraf peşinde takıma aşağıdaki görüntüler için yalvarıyorum, onlar da beni kırmıyorlar. Ama değmiş değil mi?
   
Açılış töreninin otele yürüyüş mesafesinde olduğunu söyledikleri için-kaldı ki bütün ülke baştan başa yürüyüş mesafesi çıktı- başlıyoruz tüm ülkeler olarak tek sıra halinde-sokaklar dardı- tören yerine yürümeye. Cebelitarıklı insanların şaşkın bakışları görülmeye değerdi. Aslında Duygu’nun dile getirdiği gibi: “Ülkeye sirk mi gelmiş?” dedirtecek görüntüden, bu rengarenk kıyafetlerimizle çok da uzak değiliz.
 
 
 
King’s Bastion Leisure Center tarihi bir binaymış ve 3 sene önce restore edilerek sergi, bowling ve sinema salonlarının biraraya getirildiği bir merkez olmuş. Bir tünel içinden geçerek avluya ulaşıyoruz ve törenin yapılacağı mahzen görüntülü mekana giriyoruz. Bizi bir bar karşılıyor. Şarap, bira ve alkolsüz içecekler gece boyunca ücretsiz olacakmış. İçeriye doğru ilerledikçe törenin yapılacağı sahneye ve açık büfenin bulunduğu alana geliyoruz. İçerideki ışık düzeni benim fotoğrafçılığımı zorluyor ama anısı olabilecek birkaç tane çekebiliyorum.
 
 
 
 
Açılış töreni organziasyonun başında bulunan Michael C. Savvides’in ve Cebelitarık Spor Bakanı’nın konuşmaları ile açılıyor. Bizleri orada ağırlamaktan ne kadar menmun olduklarını anlatıyorlar. Biz de memnunuzJ

Alfabetik sıra ile ülkeler kendi marşları eşliğinde sahneye çağırılıyorlar. Oldukça etkileyici. Ben zaten oldum olası marşımız çalındığında duygulanırım. İşte o çok yoğun duygulu anlardan birindeyiz. Şimdiden geldiğime değdi diye hissediyorum. Makinemi Duygu sayesinde İtalyan bir dartçıya bırakıp sahnedeki yerimi alıyorum. Onlarca makina bize dönük. Tadını çıkartıyoruz.

Cyprus


France


Gibraltar


Italy


Malta


Türkiye
Kahvaltının ardından organizasyonun tek tek adımıza çıkarttığı haftalık otobüs kartları ile 3 numaralı otobüse biniyoruz. Zaten ülkenin tamamında 4 otobüs güzergahı var.
 
Bize söylenen durakta iniyoruz ama bizi karşılaması gereken yetkiliyi bulamıyoruz. Her geçene dart nerede oynanacak diye soruyor, anlamayana elimizle dart atışı yapıyoruz. Nihayet turnuvanın Victoria Stadyumu’nun içinde olacağını öğreniyor ve yürüyoruz. Saat 09:30.
 
Salona girer girmez hazırlanan masalardan birine önce Türk bayrağımızı seriyoruz. Bütün gün boyunca o masada yer alacağız. Hemen ısınmak üzere boardlara dağılıyoruz. 10:00’da takım maçları başlıyor.  Önce erkekler ve bayanlar takım maçları. Tam bu esnada Duygu’nun çantasından küçük bir poşet çıkıyor ve hepimize annesinin yolladığı okunmuş çörek otlarından dağıtıyor. “Hikmetinden sual olunmaz” bu çörek otu Engin’in bu saatten sonra vazgeçilmezi oluyor. Tüm maçlarından önce Duygu, Engin’e bunları yedirip, etrafta merakla izleyenlere de tercümesini yapıyor.
  
Erkekler takımımız ilk maçını İtalya ile yapıyor ve 9-2 yeniyor. Öğlenden sonra Cebelitarık’ın Beyaz takımını ise 9-5 yenerek çeyrek finale kalma hakkına sahip oluyor. Bayanlar takım mücadelesinde Efsun-Duygu ikilisi İtalya’ya 4-2 yenilirken; Kıbrıs 2 takımını 4-0 yenerek çeyrek finale kalıyor. Ben ve Seçil ise Kıbrıs 1 no’lu takımına 4-2, Fransa’ya ise 4-3 yenilerek ne yazık ki bize düşen görevi yerine getiremiyoruz. 
Saatlerimiz 14:00’ü gösterdiğinde maçlarımız tamamlanmış oldu. Turnuva salonunu terkederek ülkenin en ünlü meydanına yürüyoruz. Casemates Square’deyiz. Kendimizi derhal fish&chips tadabileceğimiz bir kafeye atıyoruz. Kafelerin oturma yerleri meydanda. Biz de açık hava tercihimizi kullanıyoruz. Rüzgar rahatsız edici ama hava sıcak.
  
 
 
 
Kişi başı yaklaşık 10GBP ödediğimiz bu yemekten oldukça memnun kalkıyoruz. Bu meydandan dik çıkan bir cadde bizi otelimize kadar götürüyor. Bu ülkedeki tek ana cadde diyeceğim inanmayacaksınız. Ama öyle. Adı da “Main Street”. Caddenin üzerindeki dükkanlar içki ağırlıklı. Alkol ve sigarada vergi uygulamadıkları için geçiş yapmakta olan gemilerin de uğrak noktası olmuşlar. Bir de elektronik satan dükkanlar var ki bunlarda fiyat karşılaştırması yapma şansımız olmadı. Hediyelik eşya satan mağazaların hepsi birbirinin aynısı ve aynı fiyatları uyguluyorlar. Dolayısı ile alışveriş için çok seçeneğiniz kalmıyor. Elbette ben yine yeni bir ülkeye gelmiş olmanın verdiği heyecanla, buraya ait bir magnet, bir kupa, bir çan ve pin alarak alışverişimi tamamlıyorum.
 
  
Otelimize varıp turnuva kıyafetlerimizden çıkıyoruz. Turist olma saatimiz geldi. Otelin lobisinde tüm dartçılar toplanmış. Herkeste bir hareketlilik var. Yapılacak tek aktivite olan teleferik ile “The Rock”ın tepesine çıkma organizasyonu yapılıyor. Eser’i odasında dinlenmek üzere bırakıp “Cable Car”a yürüyoruz. 
Kalkış istasyonu otelimizin tam karşısında. Çıkış için ödeme yapmak üzere kabine yanaştığımızda Cebelitarık takımının PDC’de oynayan oyuncusu Dylan Duo ile karşılaşıyoruz. Kendisi bütün takımın ödemesini yaparak bizleri utandırıyor. Misafirperverliği için teşekkür edip sıra beklemeye başlıyoruz. Bekleme salonunda uyarılar var. Tepede buraya özgün bir tür maymun ile karşılaşacağımızı biliyorduk. Onları beslemememiz ve sevmememiz gerektiğine dair uyarı ve cezalar ile ilgili bilgiler var.

Biz onlara bakmak yerine türler ile ilgili fotoğraflara takılıyoruz. 
 
  
Tepeye ulaştığımızda ülkenin tamamını görebilir olduk. 412m yükseklikteyiz ve rüzgar hepimizi alabildiğine savuruyor. Manzaradan etkilenmemek mümkün değil. Teleferik ile tepeye 09:30-19:15 saatleri arasında çıkabiliyorsunuz. Vardığınız noktada hediyelik eşyalar satan bir dükkan ile bir restoran var. Biz de bu restoranın terasından seyrediyoruz Cebelitarık’ı. 
    
 
  
Manzarayı fotoğraflamaya çalışırken aramıza tepenin asıl sahipleri olan Berberi Maymun’u katılıyor. İnsanlara alışık oldukları o kadar belli ki. Biz de kendisini Torosların kaygılı, Utku’nun girişken, Mete’nin tedbirli, Engin’in ise uzlaşıcı tavırları ile karşılıyoruz.
   
 
Terastan aşağı doğru patika yola geçiyoruz. Bu yol şehrin içine kadar iniyor. Biz elbette ki bunu göze almayıp tekrar teleferik ile dönüşü seçeceğiz. Patika boyunca sağınızda veya solunuzda maymunlara rastlamanız mümkün. Ağaçlarda sallanıyorlar, yol kenarında dinleniyorlar, sanki siz orada yokmuşsunuz gibi hayatlarına devam ediyorlar.
    
Turumuzu burada bitiriyor ve aşağıya iniyoruz. Yemek saatine kadar daha vaktimiz var diyerek biraz daha dolaşalım istiyoruz. 
Sokak aralarında bizi bir domuz karşılıyor. Adının “Wrinkle” olduğunu öğrendiğimiz bu sevimli domuz bir ev hayvanıymış ve evinin civarında geziniyormuş. 
Deniz kenarında bir kafe bulabilme hayalimiz ne yazık ki otelimizin hemen yanındaki bahçeli bir kafe olan Picadilly’de bitiyor. Ne yazık ki civarda deniz manzaralı bir yer bulabilmek neredeyse imkansız.

Akşam yemeği, ödediğimiz konaklama ve organizasyon bedeline dahil. Biz de otelimize dönüyoruz. Yemek salonu açılana kadar lobide İtalyan milli takımı ile sohbeti tercih ediyoruz. İtalyan takımın oyuncusu Luigi, Utku’ya Sirtaki öğretiyor sonra ben piyano başına geçip Utku ve Duygu’nun güzel sesleri eşliğinde parçalar çalıyorum. Yine geldiğime değdi işte diye geçiyor aklımdan.
Yemekte lezzeti yerinde olmasa bile bize sunulan çorbayı iştahla içiyoruz. İçimiz kurumuş galiba. Ardından tavuk ve tatlı ile tamamlıyoruz yemeğimizi. Ama yemeği bize keyifli yapan, Utku’nun anlattığı hikayeler ki bunlar ertesi sabah uyandığımızda yine hatırlanacak ve bizi gülümsetecek. 
 
 
21 Mayıs 2010, Cuma
Bugün maçlar 10:00’da tek erkekler maçları ile başlayacak. Bayanlar ise 14:30’da. Sabah 08:00’de yine hepimiz kahvaltıdayız. Yine “English Breakfast” sunuluyor bizlere. Yumurta, bacon ve kızarmış ekmek. Bugünden beyaz peynirlerimizi anmaya başladık. Hadi hayırlısı.
 
Saat 09:00’da turnuva salonundayız. Mete yönetici olarak tüm gereklilikleri yerine getiriyor. Sıkça hakemler masasına çağırılıyor ve sonrasında gelişmelerden bizleri haberdar ediyor.

Maçlar başladı:
Eser ilk tur bye geçtikten sonra ikinci maçında İtalyan Marco Galli’ye 4-1 yenilerek tek erkekler serisinden ayrılıyor.
Utku ilk tur maçında Cebelitarık takımından Eric Segui’i 4-1 yenerek İtalyan Loris Polese’nin karşısına çıkıyor. Ne yazık ki kendisine 4-1 yeniliyor.
Emre ise ilk maçında Fransız Renaud Lescure’e 4-0 yeniliyor.
Engin ise ilk maçını Cebelitarık oyuncusu Dyson Parody’i 4-1 yenerek ikinci maçını Fransız Cyril Blot ile yapıyor. Onu da 4-0 yenen Engin çeyrek finale kalıyor. Günün son maçını Malta takımından Charles Giller’i 4-2 yenerek galibiyetle bitiren Engin yarı finale kalıyor.
Bayanlarda 11 oyuncu yer alıyor. Seçil ilk turu bye geçtikten sonra Malta’nın oyuncusu Joyce Fenech Borg’e 4-1 yeniliyor.
Duygu Fransız rakibi Dorothee Lemaire’e ilk turda 4-1 yeniliyor.
Aynı şekilde ben de Fransız Carole Frison’a ilk turda 4-1 yeniliyorum.
Efsun ise Kıbrıs oyuncusu Alexia Demetriou’u 4-3 yenerek çeyrek finale, ardından da İtalya’dan Ramona Petrini’yi 4-0 yenerek yarı finale kalma başarısını yakalıyor.
    
    
    
 Saat 13:00’te yemek için ara veriyorlar. Maçların yapıldığı alan olan Victoria Stadium, Marina Bay’de. Burası aynı zamanda Dolfin turlarının da kalkış noktası. Burada birkaç tane restoran yan yana hizmet veriyor. Ülkedeki tek kumarhane de burada bulunuyor. Menüsü bize en güzel görünen The Ship kafeye giriyoruz.
 
 
 
 
Yediğimiz herşeyden ve hizmetten oldukça memnun kalıyoruz. Servisi yapan bayanla da iyi anlaşıyoruz. O da bizi sevmiş olacak ki hepimize birer şapka hediye ediyor.
 

Öğlenden sonra tek bayanlar ile birlikte çift erkekler maçları da başlıyor. Engin-Emre çifti ile Eser-Utku çifti ülkeler sıralaması için dart atacaklar. Eser ve Utku ilk maçlarını Cebelitarık oyuncuları olan George Frederico ve Dylan Duo ile oynadılar ve ne yazık ki 4-2 yenildiler. Engin –Emre ikilisi ilk maçlarını Cebelitarık takımından George Ramos-Henry Zapata ikilisi ile oynayıp 4-2 yendikten sonra ikinci maçlarını Fransız Jacques Labre-Cyril ile yaparak 4-2 kazanıyorlar ve işte yarı finaldeler.
Otele dönmek üzere otobüse gidiyoruz. Ne oluyorsa o anda yine Uku’ya bir enerji geliyor. Ya turnuva alanından çıkmış olmaktan ya da otobüs durağının bir hikmeti olsa gerek Utku’yu tutmak mümkün değil. Hepimizi gülmekten kırıp geçiriyor.
Otele dönüyoruz ve kıyafet değişimi yapıp, dinlenmek isteyenleri odalarında bırakıyoruz. Efsun ve Duygu ile dükkanlar kapanmadan ana caddede yürümeye başlıyoruz. Sadece hediyelik eşyalar satan birkaç dükkan açık. Hızla alışverişimizi tamamlayıp, gezerek otele dönüyoruz. 
 
    
Akşam yemeğini yine otelde takımımıza ayrılan masada yiyoruz. 
 
 
 
Yemek sonrası kahve içmek için marinaya yürüyoruz. Limanda bağlı tekneleri seyredip kahvelerimizi güzel bir müzik eşliğinde yudumluyoruz. 
 
 
22 Mayıs 2010, Cumartesi
08:00 Kahvaltıdayız. Bugün yarı final maçları oynanacak. Seçil ve ben içimiz buruk şekilde bugün turist olduk. Planımız otelden turnuva alanına yürüyerek gitmek. Maçları mutlaka seyretmek ve takımımızın arkasında durmak istiyoruz. Zaten maçları seyretmek oynamaktan zor olmaya başladı. Biz de bu zor görev için hazırız :) 
    
Takım otobüs durağına giderken biz de düşüyoruz yollara. Saat henüz 09:00 olduğu için olsa gerek tüm dükkanlar kapalı ve sokaklar boş. Biz de yavaş yavaş yürüyoruz. Kilisenin önündeki gruba takılıyor gözlerimiz. Malta takımı dua etmek üzere hazır. Onlara günaydın diyerek biz de içeri geçiyoruz. Sokakta neden insan yok anlıyoruz. Bir de Malta takımını görünce bizim çörek otları geliyor aklımıza :) Sonra meydana varıyoruz. Eski arabalar günüymüş galiba. Biz de meydana park etmiş pırıl pırıl görünen bu nostaljik arabaları seyrediyoruz.
  
 
Meydanın diğer caddeye çıkan kapısında bir hal görüp içeri dalıyoruz. Yerli halkın nereden yiyecek alışverişi yaptığını çözememiştik. İşte şimdi bulmuş olduk.
 
 
Turnuva salonuna geldiğimizde bizim takımın da henüz gelmiş olduğunu görüyoruz. Otobüsle gelinen güzergah ile yürüş yolu aynı sürede ulaşılabilir şekilde. Biz de maçları kaçırmadığımız için memnunuz. Fakat içeride akıl almaz bir ses var.Salonun arkasında bulunan stadyumdaki futbol maçının taraftarları ellerinden plastik tezahürat kornalarını bırakmıyorlar. Hatta yetinmeyip gayda da çalıyorlar. Bütün gün boyunca final maçları bu gürültüde oynanıyor.

İlk maç tek erkekler. Engin Italya takımından Lores Polese’yi 4-1 yenerek finale çıkıyor. İnanılmaz bir heyecan var hepimizde. Engin de biz de kime sarılıp kutlayacağımızı bilemiyoruz. Hatta bir ara Engin’i Malta takımından Charles Ghiller’e sarılmış buluyoruz. Şimdi sıra Efsun’da. Efsun maçını Fransa takımından Carole Frison ile yapıyor. 4-1 yenilen Efsun’un yüzünden yine de gülümseme eksik olmuyor. Elbette yine dostluk kazanıyor.
 
Eşli erkeler maçına Engin-Emre çifti Itlaya’nın Loris-Luigi ikilisine karşı çıkıyor ve ne yazık ki 4-2 yeniliyorlar. Eşli bayanlar maçını ise Efsun-Duygu ikilisinin Kıbrıs’a karşı 4-1 mağlubiyeti ile sonuçlanıyor. Yine de keyfimiz yerinde çünkü her iki eşli takımımız da ortak 3. olarak ödül töreninde yer alacaklar.
Maçlara bull atışı ile başlanması yerine yazı tura atılıyor. Takım yöneticileri hakem masasına gidiyor ve atış sonrası maça kimin başlayacağına karar veriliyor.   
  
Mete üzerine düşen görevi başarı ile tamamlıyor ve başlangıç atışları bizim oluyor.Kaldı takım erkekler yarı final maçı. Takım oldukça motive ve Kıbrıs’a karşı bir mücadele verecekler. Milli takım kaptanımız Emre takımını topluyor ve motivasyon konuşmalarını son kez yapıyor. Üzerine biraz da Duygu’dan çörek otu takviyesi ile tamamen hazırız.
 
Nihayetinde gelen 9-3’lük galibiyet.
 
 
 Ve yine dostane bir şekilde verilen maç sonrası takım pozu.
Ee artık yemek arası vermenin zamanı. Zaten bir molaya da ihtiyacımız var, oldukça çok bağırdık, heyecanlandık. Yine yemek için tercihimiz bizi dün güleryüzüyle ve lezzetli yemekleriyle ağırlamış olan “The Ship Cafe”.
  
 
 
Öğlenden sonra yapılacak maçlar artık final maçları ve stage’de yapılacak . Salona döndüğümüzde mekandaki masalar sahneyi görecek şekilde hazırlanmış.


Önce eşli erkek ve bayanlar maçları yapılıyor ardından da tek erkekler. İşte bizim için en heyecanlı an. Engin sahnede ve final maçında. Final maçını Cebelitarık takımının en iyi oyuncusu olan Dylan Duo ile oynayacak. Dylan 2-0 öne geçince kendini kaybediyor ve belki de hayatının hatasını yapıyor çünkü Engin bu davranışla kendine geliyor. Durum 3-3 olunca tüm takım kendimizden geçiyoruz. Elim ayağım karıştı. Bir yandan küçük makinem ile video çekmeye çalışıyorum, bir yandan da elimdeki ile fotoğraf. Bir ara dönüp yanımdakilere: “Olacak galiba!” diyorum. Ne demekse? Ve de oluyor. Engin şampiyon oluyor. Çığlıklarımız bütün salonu inletiyor. Engin yine kimi bulursa sarılıyor. Defalarca tüm takım birbirimize sarılıyoruz. Engin de bu turnuvanın hit parçasını seslendiriyor: “I love you baby”. Üstelik ellerin ikisi de havada. İki gündür tüm maçların sonuçlarını abime mesajla bildiriyorum. Ama bu sefer dayanamayıp telefon ediyorum. Çılgınca “Engin şampiyon oldu” diyorum. Hem de üç kez söylüyorum.
 
 
 
 
Hemen mola vermek üzere kendimizi dışarı atıyoruz. 

   
 
Şimdi tekrar motive olma saati. Son bir maç kaldı önümüzde. Takım maçı.Final maçını Cebelitarık ile oynayacağız. Şimdi sakinleştik ve önümüze bakacağız. Biz hava alırken tek bayanlar finali oynanıyor. Bu da bize vakit kazandırdı. İçeri geçiyor ve tekrar takımın ısınmasını bekliyoruz. Maça çıkmak üzereyken yine motivasyon fotoğrafı istiyorum. İşte geliyor.
Final maçı ne yazık ki 9-4 Cebelitarık lehine sonuçlanıyor. Bize de ikincilik kupası ile unutulmaz anlar kalıyor. Bir de elbette maç sonrası fotoğrafı.
 
 
 
Zaman artık kutlama zamanı. Ödül töreni için hazırlanıyoruz. Bayrağımızı elimize alıp sahnede yer almaya hazırız. Tören organizasyonun yöneticisi tarafından resmi olarak kapatılıyor.
Tatlı bir yorgunluk içinde otobüsümüze gidiyoruz. Bütün takımlar da bizimle birlikte. Gelen otobüsün yolcularını da şaşkına çeviriyoruz.

Akşam için hazırlanıyoruz. Bu gece gala gecesi. Kızlar olarak kıyafetimizde hem fikir oluyoruz, erkekler de yine takım elbiseleri içinde katılacaklar geceye. Resmi olarak turnuva bitmiş olsa da hala Türk takımı olarak katılım göstereceğiz geceye. Gala yemeği için meydandaki restoranlardan biri tercih edilmiş. Organizasyon bize mail yoluyla ne yiyeceğimizi sormuş ama bizler daha vize sorunsalını çözmemiş olduğumuz için standart bir tercihte bulunmuş Mete hepimizin adına. Yemek servisi çok geç başlıyor. 

 
 
 
 
 
23:30 da ana yemekler servis edimişti. Biz de biraz dışarıda biraz içeride vakit geçiriyoruz. Fransız takımı erken kalkmaya karar verdiği için takımlar kupasının ödül töreni yemek bitmeden gerçekleşiyor. Mete de takımlar ikinciliği kupamızı Michael Savvides’ten alıyor. Sonrasında müzik hızlanıyor ve aynı zamanda yan masada İtalyan takımı bol alkollü bir içki servisine başlıyor. Bizimle en yakın ilişkiye geçen takım İtalya. Bir anda Utku ve Duygu’yu oldukları yerde ayaklanmış ve dans ederken görüyoruz. İşte gecemiz şimdi daha eğlenceli olmaya başladı. Yan masada Malta ekibinden Vincent’a karşı şahane danslar çıkartıyor Utku. Gecemiz bitmesin istiyoruz ama Mete bizlere yarınki Open Turnuva’yı yönetici bilinci ile hatırlatarak gecemizi sonlandırıyor. 
23 Mayıs 2010, Pazar
08:00 yine kahvatıdayız. Bugün Cebelitarık Open oynanacak. Yine kahvaltı sonrası otobüsümüzle turnuva alanına gidiyor. Saat 09:00’da biz hazırız ama bizden başka neredeyse kimse yok. 10:30 civarında organizasyon turnuva salonunda hazırlıklarını tamamlayıp erkekler maçlarını başlatıyor ama bayanlar maçlarından ses yok. Aslında yapılıp yapılmayacağı bile belli değil. Sadece 8 kişinin katılım gösterdiği bayanlar turnuvası, ısrarımıza istinaden başlıyor. İlk maç benim ve İtalyan rakibim Ramona ile oynuyorum. 4-2 yenilerek bugün bana ayrılan sürenin sonuna geliyorum. Duygu’nun ilk rakibi gelmemiş ve bekliyor. Seçil ilk rakibi Kıbrıs takımından Alexia ile oynayarak 4-1 galip geliyor. İşte bu noktada dönüp Mete’yi görüyorum.O da elenmiş. E o zaman artık turist olabiliriz diye düşünüyorum. Mete’nin aklı maçlarda kalıyor, benimki de Cebelitarık sokaklarında. Ben kazanıyorum. :)  Herkese bol şans dileyerek turnuvayı terkedip başlıyoruz Cebelitarık sokaklarında yürümeye. Sonradan Seçil’in ikinci maçını alamadığını, Duygu’nun da İtalyan rakibi Romana'yı yendikten sonra Kıbrıs'lı rakibine yenildiğini, Efsun’un da benim gibi ilk maçında yenildiğini öğreniyorum.


İlk durağımız havaalanı. Turnuva salonuna çok yakın mesafede olan alana inen uçakların sesini çok net duyabiliyorduk. Tam piste yaklaştığımız sırada kalkışa hazırlanan bir British Airways uçağına denk geliyoruz ve internet üzerinden gelmeden önce baktığımız görüntülere kendimiz şahit oluyoruz. Trafik duruyor ve uçağa yol veriliyor. Kalkıştan hemen sonra yeşil ışık yanıyor ve hayat devam ediyor.  
  
Sonra yürüyerek pisti geçiyor ve otobüse biniyoruz. Bana verilen otobüs kartı çalışmayınca şoför kontrol için eline alıp Med Cup logosunu görüyor ve organizasyondan haberdar şekilde beni ücretsiz olarak içeri alıyor. Haritada bile süpermarket olarak belirtilen ve ülkenin tek büyük süpermarketi olan yere gidiyoruz. Küçük bir alışverişten sonra yine yürüyerek meydana geliyor ve otele çıkan caddeyi geçiyoruz. Otele uğrayıp herkesin dilinden düşmeyen Europa Point’e gitmek üzere otelimizin önünden kalkan otobüse biniyoruz. Tepeye doğru yol alıyoruz. Vardığımızda şaşkınlığımızı saklayamıyoruz. Halen inşaat alanı gibi görünen bir açıklıktayız. Bir cami, bir kilise ve bir deniz feneri var burada. Bir de aşağıyı seyredebilmek için teras. Biz de otobüsten bile inmek istemiyoruz. Şoför buranın son durak olduğunu ve on dakika sonra döneceğini söylediği için inip birkaç fotoğraf çekiyoruz.
 
 
Bindiğimiz durağa geri dönüyor, teleferik çıkış noktasının ardındaki “Gibraltar Botanic Gardens and Wildlife Park”ı geziyoruz. 
 
 
 
Pazar olduğu için tek bir açık mekan bulamıyor ve otele yakın olan dart barda birşeyler içiyoruz. Uzaktan dartçılar gelmeye başlıyor. Seçil ve Emre’den sonuçları alıyoruz ve yine çok seviniyoruz. Engin yine birinci olmuş. Yanısıra Utku 3., Emre ve Eser de 5. olmuşlar. Open turnuvaya da Türkiye olarak imzamızı attığımızı düşünüp mutlu oluyoruz. 

Bu akşam otelde yemek yememeyi planlamıştık ama ne var ki alternatif bulamıyor ve kendimizi yine otelin restoranında buluyoruz. Yemeğin ardından yine marinaya iniyor ve İtalyan takımı ile birlikte birer kahve içiyoruz. Aslında İtalya takımının misafiri oluyoruz. İşte Cebelitarık’taki son gecemiz de bavullarımızı hazırlamak üzere odalara dönmemizle bitiyor. Yarın uzun bir yolculuk var önümüzde.

24 Mayıs 2010, Pazartesi
07:15 Otel önünde tüm takım hazırız. Organizasyonun aracı bizi alıp sınıra kadar götürmek üzere hazır. Sınırı yinee yürüyerek geçiyoruz. Pasaport kontrolü var ama damga vuran yok. Karşıya geçiyoruz ve İspanya’dayız. 08:00’de gelişte kullandığımız shuttle geliyor ve yerleşiyoruz. Önümüzde yaklaşık iki saat sürecek bir yol var. Ben bunu uyuyarak değerlendiriyorum. 
10:00’da Malaga havaalanındayız. Check-in kontuarlarının açılmasına iki saat var. Oylece  bekliyoruz, yapacak bir şey yok.
 Check-in işlemlerinin ardından free shop bölgesinde gezip alışveriş sonrası yemek yiyoruz. 13:50’de kalkıyor ve Roma’ya 16:15’te iniyoruz. Roma-İstanbul uçuşumuz 21:50’de. Aradaki bu süre Duygu, Utku, Mete ve beni dürtüyor ve şehir merkezine inme kararı veriyoruz. Kişi başı 28EURO’ya gidiş dönüş tren bileti alıp şehre iniyoruz. Merkeze tren ile indiğimizde saat 18:00. Dönüş için binmemiz gereken ise 19:30. Kapıda bekleyen taksicilere danışınca bizi Leonard ile tanıştırıyorlar. 35EURO’ya bir saatlik bir tur öneriyor bize. Kabul ediyor ve Roma’nın sokaklarında rüzgar gibi eserek başlıyoruz turumuza. İlk durak Colloseum. Sonra da Fountain de Trevi’de dileklerimizi diliyor ve ardından Spanish Steps’e geçiyoruz. 
 
 
Leonard bizi oradan oraya savurup duruyor. Biz eğlendikçe o da gaza geliyor ve daha da hızlı gezdiriyor bizi Roma’da. Asıl ismi Lorenzo olup Lorenz diye kısaltmış olan şoförümüzle hatıra fotoğrafı da çektiriyoruz. Fakat bir İtalyan uyanıklığı ile taahhüt ettiğinden daha fazla gezdirdiği için bizden 45EURO alıyor ve bahşiş de bekliyor. 50EURO’luk bir anı oluyor bu da bize.Tren istasyonuna geri döndüğümüzde saat 19:10 olmuştu. Trende rötar olduğunu görüyor biraz daha rahatlıyoruz. Bir tek pizza yeme isteğimize çözüm bulamadan biniyoruz trene.


20:15’te varıyoruz havaalanına ve kalkışa bir saat var. Bir de ne görelim? Tam da karşısında değil miyiz pizza satan kafenin :) Elbette ki elimize dilim pizzaları alıp devam ediyoruz koşmaya. Böylelikle Roma gezimize dair bütün dileklerimizi gerçekleştirmiş oluyoruz. 


Uçağa biniş kapısına geldiğimizde bizimkilerin sıraya girmiş olduğunu görüyoruz. Uçağın kalkışını hiç hatırlamıyorum. Uyandığımda İstanbul’daydık.


01:10’da İstanbul’dayız. Ankara’ya olan uçağımız 06:10’da. Free shop alışverişi sonrası başlıyoruz iç hatlar salonundaki koltuklara yerleşmeye. Kimimiz uyuyor, kimiz sohbet ederek geçiriyor bu süreyi. Saat 05:00’te loungelara geçiyoruz. Biraz da orada vakit geçirip uçağımıza biniyoruz. Yine ne kalkışı ne de inişi hatırlıyorum. Dışarı çıktığımızda shuttle bizi bekliyor.

 
İşte ben de sonrasında oturup bu satırları yazıyorum. Sadece benim için güzel geçen bir seyahatin unutulmaması adına... Sadece dart için milli olarak yurtdışında bulunan bir takımın neler yaşadığının bilinmesi adına... Sadece paylaşmak adına. Ayrıca ben bunu yapmayı seviyorum da.
Pınar ÖZDEMİRCİ
Mayıs 2010/Ankara
Son söz:
Bu yazıyı oluşturabilmem için fotoğraflarıma konu olarak bana destek olan herkese objektifime gösterdikleri sabır ve anlayış için teşekkürler. Benim için önemli olan bir hobimin içinde yer aldığınız için teşekkür ederim.
(Son olarak da kamera arkası.:) )


Mete ÖZDEMİRCİ Engin KAYAOĞLU Emre TOROS Utku KARACA Eser TEKİN
Duygu KARACA Seçil TOROS Pınar ÖZDEMİRCİ Efsun TURAN




3 yorum:

  1. süper, süper... çok beğendim pınarcım, bi daha yapalım : )
    ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Geç bile kalmıştın bunun için... Kalemine, emeğine, objektifine sağlık... devamları beklerim ben artık:)

    YanıtlaSil
  3. ben bunu daha yeni gördümm :) eline sağlık süper olmuş :)))

    YanıtlaSil